3 Haz 2011

Deplase Sivas


hikaye salı pazarında toplanmadan yaklaşık 24 saat önce başlıyor. iki arkadaşla hızlı bi rakı paslaşması yapılıyor, mekan kararlaştırılıyor (sanki çok farklı yerlerde içiyomuşuz gibi) ve hooop dünyanın en güzel yerleşim birimi kadıköyde, dünyanın en güzel renkli alkolünü tüketmeye başlıyoruz. rakı masası hikayeleri bize kalsın da gecenin sonunda ya da sabahın başında (algıya göre değişir) 4 kişi bi arabanın içinde, iki kişi de oyuncak bebek gibi kaputun üstünde ilerlerken arkadan polis arabası geliyor. "aha şimdi sıçtık" derken polis aracından gelen ses kadıköy saçmalıklarına bir yenisini ekliyor; "içine bineceksiniz, üstüne değil. kpffft"

cumartesi sabahı norveçli elemanla buluşuyoruz.
hey norveçli hey norveçli savaş vakti yaklaştı! ama nerde nasıl buluştuğumuzu hatırlamıyorum. sonra morrissey dinleyen, terrorizer tişörtü giyen fanzin manyağıyla göztepeye, özgürlük parkına yol alıyoruz. bu sırada norveçli arkadaşla takaslar yapılıyor. kadıköyün şişmanı antiden bir truth we defend, bir necrosis, bir thrashfire cdsi, bir vamos bien poları, bir alex tişörtü, bir fenerbahçe cekedi hatırlayabildiklerim. oslonun maçosundan iki feilfødt cdsi, bir feilfødt tişörtü, bir lilleström dvdsi, bir kanari-fansen atkısı, bir kanari-fansen cekedi yine hatırlayabildiklerim.

özgürlük parkına ilerleme sebebimiz gençlik haftası dalgasına konserler var ve arkadaşlarımızın grubu "frankenstein" bu konser silsilesini bedava prova imkanı olarak görüp sahne alacaklar. neyse panklıktan hardcoreculuktan hoşlananlara bu hikayeleri uzun uzun anlatırım, yazı ziyadesiyle uzun.

kadıköye dönüş.
patso.
bira.
benim hatunsu buzlu kahvem.

salı pazarındayız.
bayraklar hazırlanmış, zulalar patlatılmış. herkesin yüzünde mutlu bir gerginlik. muhabbet, çay, totem, fanzin. 93 yılının otobüsü 0304 geliyor. kadıköyde kalanlar meşaleler yakıyor ardımızdan ve yol alıyoruz artık.



SENİN SEVGİN BU DÜNYADAAAAA!

isyan!
devrim!
varoş!
bien!

sivasa varış kısmı oldukça bulanık kalmış kafamda. 14 saat sürüyor şehre varışımız ve resmen bitmek bilmiyor bu yol. şöför bazen tek şeritli yolda zbam diye duruyor, bi kaç metre geri geliyor, "abi tır var abiii" seslerine aldırmıyor, duruyor ve hiç bişey olmamış gibi devam ediyor yola. kamçılayalım diyor, küsküleyelim diyor. norveçli bakıyor suratıma. valla hacı ben türkçesini anlamadım ki sana nası çevireyim diyorum, sana puanım dok-huz kanka diyor.

yozgat civarındayız. sis, dağlar ve gün doğumu. norveçli bu manzarayı isveç-norveç sınırına benzetiyor, biraz küfrediyorum.

şehre giriş.
polis araması.


bi dolu alkol var dönüşe saklanan, kardeşimin çantasına koyuyoruz içkileri kadın polis yoktur, onu aramazlar diye. ama kardeşim çantasını otobüste bırakıyor. tabi otobüsün içine bakınca görüyoruz şişeler, bayrak sopaları polislerin elinde. o sırada kaptan orta kapı müzakereleri araya giriyor ve her şeyimiz bizde kalıyor. polise vereceğimiz tek şey, sokaklarda saklıdır.

dağ kekiği, çorba, çay, kimine köfte, kimine mantar, kimine frank pingel, kimine patatesli hingel.

şehirde bi iki tur bayrağımızı dalgalandırıyoruz.

yağmur çöküyor birden.

stada nispeten sıkıntısız giriş.
ligin son maçı ve şampiyonluk maçı olmasına rağmen nasıl bu kadar hızlı giriyoruz hala anlamıyorum. tam 90lar tarzı ingiliz stadı diyor norveçli, tam 90lar tarzı londra havası diyorum. stadın üstü açık ve sırılsıklamız. pankart asma telaşesi.

norveçlinin kanari-fansen lilleström pankartıyla deplase vamos fener pankartımızı yanyana asıyoruz.

ve ilk düdük.
gol.
gol.
herkesin suratı düştü bi anda, kafalardan geçeni kimse dile dökemiyor korkudan.
gol.
gol.
gol.
gol ulan gol!!!
aşağı iniyoruz kara deryalarda bir fenersin pankartını toplamak için. dakika 88-89 falan. dans ediyorum. atlıyoruz. zıplıyoruz. gülümsüyoruz.
derken,
gol.
bakıyorum sivas atmış, bişey olmaz moruk devam diye zıplamayı sürdürüyorum.
ve son düdük.

yanmış sivas, kırmızı toz bulutu her yer.
dostların arasındayız.
teller yıkılıyor ve çimlerdeyiz.
"oğlum bak 5 dakka önce alex burdan böyle vurdu"
sanki tanrıların sofrasına misafir olmuşuz. polisler, saha güvenlikleri gülüyor.
herkes bir anı alıyor staddan, bazısı bırakıyor. manevi anıları topluyorum ben buradan.

staddan çıkış.
polisin biri koluma hamle yapıyor, çekiyorum kolumu, dokunamıyor. "hadi kardeşim çıkın hadi" diyor, "ya burası hangi şehir ya" diyorum, şaşkın bi şekilde cevap veriyor; "sivaaas", "ne farkeder ki?! FENERLE KİMSE BAŞA ÇIKAMAZ" diyorum, kararsız bi tebessüm oluyor suratında.

biniyoruz otobüse, ooooooooooooooooooooohhhhhhh. şıtoooh.

bitti be bi sezon, şampiyon olduk lan. aykut kocamanla şampiyon olduk. bunca travmanın ardından şampiyon olduk. binlerce kilometrenin ardından, binlerce sus pus küfürbaz münferite rağmen, binlerce sesini stadlara taşıyamayan yoldaş için.

gün doğmuş.
sakarya civarında bi yerde bi çorba molası, kimbilir kaçıncı kez. gazetelerin sabah baskılarını görüyoruz. ŞAMPİYON yazıyor sarı-lacivert. ulan ne güzel şeymiş şampiyonluğu alıp evine dönerken gazetelerde görmek bunu. otobüsümüzün üstünden dalgalanıyor 96 trabzonunu gören damalı bayrak, onu gören şöförler selam veriyor, biz fenerbahçeliyiz ulan!

ne çabuk varıyoruz istanbula yahu, nasıl yaklaşık 900 kilometre bu, ne çabuk bitti? halbuki 13 saat civarı sürmüş yine dönüş. ama çok çabuk geçti sanki ya, uyku da uyumadık halbuki.

96 trabzonunu gören pankart şimdi norveçte. lilleström'ün stadında, kanari-fansen'in dernek binasında. bizim ona baktığımız gibi bakacaklarına söz verdiler. bizim onunla eğlendiğimiz gibi eğlensinler diyorum.

yolda olan, olmayan bütün kardeşlerim, abilerim, yoldaşlarım, sizi seviyorum. jack kerouac'ı da seviyorum. yolda iyidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder