24 Haz 2011

63 Yaşındaki Kadın Taraftara Men Cezası


Leeds United taraftarı bir büyük-büyükanne bir yıl spor müsabakalarından men cezası aldı. Cezanın sebebi ise sezonun son iç saha maçında tek başına sahaya girmesi.

40 yılı aşkın süredir Leeds United taraftarı olan 63 yaşındaki Margaret “Mags” Musgrove, 30 Nisan'da oynanan Leeds Utd – Burnley maçında kendini klüp bayrağına sarılı bir şekilde Elland Road sahasına fırlatıyor ve amacı oyunculara, onlara taptığını söyleyebilmek.

Yorkshire Evening Post'ta yazdığına göre, yaklaşık 1,65 boyundaki taraftar oyuncuların hiçbirisine yaklaşamadan güvenlik görevlileri tarafından yakalanıp stadın nezarethanesine götürülmüş.

Polis tarafından tutuklanmış fakat herhangi bir tutanak tutulmamış. Yine de yeni sezon kombinesine el konulmuş.

Bu yasak önümüzdeki yılın mayıs ayına kadar çok sevdiği klübünü göremeyeceği anlamına geliyor.

13 torunu ve torunlarından olma 3 torunu olan Bayan Musgrove, sahaya girmesi hakkında şunları söylüyor: “Sadece 'Çocuklar, sizi seviyorum' diye bağırmak istedim. Leeds United çantam üstümdeydi ve belime de Utd. Bayrağını bağlamıştım. Tehdit edici bir şey yoktu. Ben bir holigan falan değilim. Bunun çok daha kötülerini yapan insanlar da aynı cezayı alıyorlar. Birkaç maçlık bir men cezası yeterince canımı yakardı, şimdiden yeterince cezalandırıldığımı hissediyorum. Ben yıllardır Leeds'in peşindeyim. Sadece bir anlık kontrolümü kaybettim. Ben dışarı çıkmam, benim sosyal hayatım Leeds United'dan ibaret.

Bayan Musgrove, Leeds United klübüne, kombinesini geri istediğini belirten çok sayıda mektup yazmış, fakat klüp kararından cayacak gibi görünmüyor.

Birçok taraftar bu konuda büyükanneyi destekliyorlar. “Give Mags Musgrove Her Season Ticket Back Mr Bates” adındaki feysbuk sayfasında şimdiden yüzlerce insan bu konudaki görüşlerini dile getirmiş, bu grubun dışında bir de “Mags Musgrove Is A Total Legend” adında bir grup daha açılmış.

Mektuplardan birinde, Leeds güvenlik memuru Sue Kilroy ona demişki; “Leeds United'ın iç ve dış saha maçlarında taraftarların Futbol Federasyonu, Leeds United Futbol Klübü ve diğer klüplerin ve federasyonların bunlara denk kurallarına karşı hareket etmemelerini sağlamak amaçı gerekli bir hamleydi. Margaret Musgrove'un bu koşullara karşı gelen bir harekette bulunduğuna inanmamıza neden olacak sebeplerimiz var. Fikstürdeki bütün maçlarda yasaklısınız ve deplasman maçlarında da bu yasak geçerli.”

Bayan Musgrove 2011/2012 sezonu kombinesini almıştı ve kombineye el konulduğu için klübün ona borçlu olduğunu söylüyor. Önümüzdeki sezon kuzey kale arkasının kombinelerinin fiyaları 432 pound olarak belirlenmişti.

23 Haz 2011

Bu Tablo Acayip Güzel


22 yaşındaki Eric bir gün o zamanki PSG başkanı Francis Borelli'nin ofisine gider. Transfer görüşmesi başlayacakken Cantona, Borelli'ye "Bu tablo acayip güzel" der. Borelli de nezaketen "İstersen senin olsun" der. Görüşmenin ardından Cantona kolunun altında tabloyla kapıdan çıkar! O yaz da imzayı Marsilya'ya atar!

kaynak Philippe Auclair'in yazdığı Cantona The Rebel Who Would Be King adlı kitaptır.

21 Haz 2011

Oslo'dan Sivas'a - Gotta Go!

Şampiyon Fener!

3 yıldır bir Norveçli Fenerli olarak, sonunda benim lanetimin bittiğini söyleyebilirim. Ünvan kıtlığı bitti, ve ben sonunda güçlü kanaryalarla pozitif bir sezon sonu deneyimi yaşadım.

Şöyle özetleyeyim: Fenerbahçe taraftarı olduğum dönemde klüp tek bir kupa bile kazanamadı, 2009daki sözde Süper Kupa dışında. 2009/10 sezonunun son iki maçına bile geldim -beklentilerle- Kadıköy'de birinci elden şampiyonluk deneyimini yaşamak amacıyla. Bunun nasıl sonlandığını hepimiz biliyoruz... (Tek olumlu yanı arkadaşım Kim'in, biz yanan stadyumdan kaçmaya çalışırken türk polisinin copunu tatması oldu.)

Mesele değil. Bu yılın başlarında benim sevdiğim (ve bazen çokça nefret ettiğim) şehrim Oslo'yu ziyaret eden Vamos Bien'den ünlü E. ile tanışacak kadar şanslıydım. Bu zaman Fenerbahçe - Kasımpaşa maçına 13 Kanari-Fansen Lillestrøm üyesini Kadıköy'e getirmemden sadece üç hafta önceydi. E. ile benim kanlarımız uyuştu ve gruplarımızı o gün bir araya getirmeye karar verdik.

Çoğunuz bu hikayenin nasıl ilerlediğini biliyorsunuz - Vamos Bien ve Kanari-Fansen'in birlikteliği büyük bir başarı oldu ve dünyanın bu soğuk tarafından gelen arkadaşlarım ömür boyu unutamayacakları anılar edindiler. Benim açımdansa S.'nin tavsiyesini dinleyip sezonun son maçına gelmeye karar vermek büyük bi deneyimdi, karşılayacak param olmasa bile. Nasıl olduğunu bilirsiniz... bazen iyi bişeyden uzak durmanız mümkün değildir.

S. ve S. ile sezonun son maçından önceki cumartesi buluştuk. Hediyeler alıp verdik (aldığından çok daha fazlasını verdi, ben genelde bu şekil takılırım), ve grubun meşhur kapşonlularından birini hediye olarak alacak kadar da şanslıydım. Bikaç bira içtik, biraz pro evolution soccer oynadık ve stadın yanındaki otoparka doğru ilerledik, otobüs buradan hareket edecekti. İyi bir gündü!

...ama yaklaşan gece ve ertesi günün klaslığının yanına bile yaklaşamazdı. Daha otoparkın orada bile, herkes beni karşıladıkça evimde hissettim. İngilizce bilip bilmemelerinin önemi yoktu, benimle ilgileniyorlardı. H., S., H., E., herkes - otobüsü beklerken hepsi beni yanlarına çağırıp bira ikram edip sohbet ediyorlardı. Misafirperverliği kimse Vamos Bien gibi uygulayamaz, bunu bilir bunu söylerim.

Otobüse bindik ve işte gidiyoruz. S., Ş., E. ve E. arka koltuğu ele geçirdiler ve aynen Norveç'teki arka koltuk tayfası gibi davranmaya başladılar - grup elemanlarını ve yolcuları taciz eden şarkılar söylerken sert içkiler içmek! Çok sevecenler, bunu söylemeliyim. Votka, tekila... Kutu efeslerim yüzünden kendimi biraz kadınsı hissetmeme bile sebep oldular. "Tam bir gösterişli avrupalısın" dediler. Ama bütün bunlar ilk molamızda değişti. Otobüsteki herkes inip benzincinin tuvaletine giderken ben "gösterişli" imajımdan kurtulmaya karar verdim ve tuvaletin girişinin yan tarafına, dışarıya, işemeye karar verdim. Ben, "gösterişli" ha? Öyle bişey yok...

İçiş devam ediyor ve Ankara'yı geçmemiz çok sürmüyor. "Bu yolculuk hemen bitecek" diye sessizce düşünmeye dalmışken arkadaki tayfa son 20 yılın (kabaca bir tahmin, şarkıları biliyor olma ihtimalim yok) her türk pop hitini seslendirmeye devam ediyor. Benim zirve anım ise "Mor Menekşe"yi söylemeye başladığım an oluyor. Hesapta Türkçe bilmeyen bu herif de kim şimdi? Kafayı yemişin teki! Arka tayfa uykuya dalıyor ve "bu yolculuk hemen bitecek" düşüncesi en az üç sonsuzluk gibi bir yolculuğa dönüşüyor. Gereksizce uzun olduğum için bir otobüs koltuğunda uyuyamıyorum, yani sıçtım. S.'ye ve H.'ye dönüyorum bi süre ama ne kadar nazik olsalar da erken saatlerdeki parti hissi şimdi buralarda değil.

S. ve tayfa uykuya daldıktan sonra onların derin bir komada olduklarını ve Sivas'a varana kadar kendilerine gelmeyeceklerini düşünüyorum. Dostum, yanılmışım... Otobüs duruyor ve birden hepsi dışarıya çıkıyor. "Maço, biraz çorba içicez" diyorlar. Bu da neydi şimdi?! Saat sabahın 6sı ve iki saat önce hepinizin kafası beton gibiydi. Çorba mı?! Yolculuğun geriye kalanının özeti bu şekilde. Her iki saatte bir otobüs duruyor ve hemen hemen bir öncekinin tamamen aynısı olan bir yere bi iki kase çorba ve tabi ki çay içmek koşturuyor bütün otobüs. Bu noktaya kadar kültürel farklar tamamen görünmezdi ama şimdi herşey tuhaflaştı.

Bu bi süre daha devam ediyor ve Sivas şehir sınırına ulaşıyoruz. Ve tabi ki burada bizi bi tabur polis bekliyor. Herkes otobüsten iniyor ve aramaya başlıyorlar. Otobüs tıka basa alkol doluydu ama polisler otobüste bi kaç dakika geçirip bizi yolladılar. Ne bulmayı umduklarını tanrı bilir ama kimin umurunda, Sivas'tayız ve yakında şampiyon olucaz!

"Kimse gruptan kopmasın" diyor H. eve dönmeden önce son kez otobüsten inerken. Onun lafı buralarda kanun gibi, ve bu Vamos kapşonlusu giyen 50 kişinin bütün gün Sivas sokaklarında dolaşmasıyla sonuç buluyor. Şehrin her yerine stickerlar yapıştırılıyor, kongre binası gibi tarihi yerleri görme fırsatı buluyorum ve kısa bi süre sonra yemek yiyebileceğimiz bi yer buluyoruz. Maç günü Sivas'ta 50 kişiye nasıl masa bulursun? Vamos Bien'e sor.

Sadece restoran bulmakla kalmadık, Sivas'ın belediye başkanıyla tanışma imkanı da bulduk. Merhaba demeye gelmiş nedense - sanırım bizim bu radikaller düşündüğümden daha sıkı bağlara sahip. Ve yemek için anlaştığımız fiyat süperdi. Çorba, sivas köftesi ve "içebildiğin kadar içecek" sadece 10 lira. Yemek miktarı çok fazlaydı. Norveç'te bu fiyata döner dürüm bulursan şanslısın, ve bunu abartmıyorum.

Maç zamanı! Stada doğru yürüyoruz, arada devasa bayrağı bana veriyorlar. Benim için çok gurur verici bi an, tabi ki. Ama Kanari-Fansen pankartını belime sarıp stada sokmayı başardığım an daha gurur vericiydi. Ama Ş.'nin çitlere tırmanıp Vamos Bien pankartının yanına Kanari-Fansen pankartını astığı zaman duyduğu gururun yanına bile yaklaşamam. Buna Kanaryan Kardeşliği diyesim geliyor ama burada iğrenç bir yan anlam var, bilmem anlatabiliyor muyum. (anti'nin notu: Kan"aryan", aryan, saf kan kelimesinin iğrenç çağrışımından bahsediyor) Herneyse: Haydiiiii!

1-0! Santos. 1-1. Siktir. 2-1!!! Selçuk?! 3-1! KESİNLİKLE ŞİMDİ! Alex, bu arada. 3-2. Lanet olsun... 4-2! Yobo, bazen seni seviyorum! Kıyamet! Heryerde meşaleler, neler oluyor? Laylaylaylay ŞAMPİYON! Sonra Erman bi gol daha atıyor, 4-3. Haydaaaa, her şey tekrar cehenneme geri mi dönüyor? Mümkün değil. Son düdük çalıyor. Şampiyon Fener! İnanamıyorum, resmen inanamıyorum. Bir yıl önce oradaydım. Hayal kırıklığına tanık oldum ve onu hissettim, isyan deneyimini yaşadım. Biber gazı yedim ve dibe vurdum. Ve şimdi tekrar buradayım. Şampiyonuz. Şampiyonluk gerçekten geliyordu. EVET! Sahaya giriyoruz, dans ediyoruz, gülüyoruz, sarılıyoruz, resimler çekiliyoruz ve hayatımızın anını yaşıyoruz.

Eve dönüş pek de pürüzsüz olmuyor, şöför bile kesinlikle manyaktı ve bariz bi şekilde %100 ayık değildi. Ama bi yandan da, kim ayıktı ki? Son bi kaç saati benim bariz heyecanımdan dolayı Lillestrøm şarkıları söyleyerek geçiyoruz, ve her şeyin üstüne, S. 1996 şampiyonluğunda onlarla olan bayrağı bana uzatıyor. "Bu artık senin" diyor ve şaka yapmadığı kesin. Ne diyeceğimi bilemiyorum, çok fazla gibi geliyor ama biliyorum ki o ve diğerleri bunu istiyor, bu yüzden ona iyi bakacağıma söz veriyorum ve güzelce katlıyorum. Şimdi o bayrak Åråsen stadında Kanari-Fansen'in merkezinde, ve bu sezon boyunca kilit maçlarda sahne alacak!

Büyüleyici yolculuğum bi kaç saat sonra son buluyor. Otelde belki ancak 30 dakika uyuyabiliyorum ve ihtiyacım olan duşu alıyorum. Yoğurtçu Parkı'nda buluşuyoruz ve şampiyonluk kutlamları için stada gidiyoruz. Daha fazla tebessüm, daha fazla sarılma, daha fazla meşale, daha fazla saha işgali - kısaca, daha fazla Fenerbahçe tutkusunun alameti farikası! Parka geri dönüş, bi kaç bira daha ve sabah erkenden uçağım olduğu için vedalaşmalar.

Bunu eve varışımdan üç hafta sonra yazdım ama zihnimde Kadıköy'ü asla terketmedim. Şampiyonlar Liginde görüşürüz!

Maço

3 Haz 2011

Deplase Sivas


hikaye salı pazarında toplanmadan yaklaşık 24 saat önce başlıyor. iki arkadaşla hızlı bi rakı paslaşması yapılıyor, mekan kararlaştırılıyor (sanki çok farklı yerlerde içiyomuşuz gibi) ve hooop dünyanın en güzel yerleşim birimi kadıköyde, dünyanın en güzel renkli alkolünü tüketmeye başlıyoruz. rakı masası hikayeleri bize kalsın da gecenin sonunda ya da sabahın başında (algıya göre değişir) 4 kişi bi arabanın içinde, iki kişi de oyuncak bebek gibi kaputun üstünde ilerlerken arkadan polis arabası geliyor. "aha şimdi sıçtık" derken polis aracından gelen ses kadıköy saçmalıklarına bir yenisini ekliyor; "içine bineceksiniz, üstüne değil. kpffft"

cumartesi sabahı norveçli elemanla buluşuyoruz.
hey norveçli hey norveçli savaş vakti yaklaştı! ama nerde nasıl buluştuğumuzu hatırlamıyorum. sonra morrissey dinleyen, terrorizer tişörtü giyen fanzin manyağıyla göztepeye, özgürlük parkına yol alıyoruz. bu sırada norveçli arkadaşla takaslar yapılıyor. kadıköyün şişmanı antiden bir truth we defend, bir necrosis, bir thrashfire cdsi, bir vamos bien poları, bir alex tişörtü, bir fenerbahçe cekedi hatırlayabildiklerim. oslonun maçosundan iki feilfødt cdsi, bir feilfødt tişörtü, bir lilleström dvdsi, bir kanari-fansen atkısı, bir kanari-fansen cekedi yine hatırlayabildiklerim.

özgürlük parkına ilerleme sebebimiz gençlik haftası dalgasına konserler var ve arkadaşlarımızın grubu "frankenstein" bu konser silsilesini bedava prova imkanı olarak görüp sahne alacaklar. neyse panklıktan hardcoreculuktan hoşlananlara bu hikayeleri uzun uzun anlatırım, yazı ziyadesiyle uzun.

kadıköye dönüş.
patso.
bira.
benim hatunsu buzlu kahvem.

salı pazarındayız.
bayraklar hazırlanmış, zulalar patlatılmış. herkesin yüzünde mutlu bir gerginlik. muhabbet, çay, totem, fanzin. 93 yılının otobüsü 0304 geliyor. kadıköyde kalanlar meşaleler yakıyor ardımızdan ve yol alıyoruz artık.



SENİN SEVGİN BU DÜNYADAAAAA!

isyan!
devrim!
varoş!
bien!

sivasa varış kısmı oldukça bulanık kalmış kafamda. 14 saat sürüyor şehre varışımız ve resmen bitmek bilmiyor bu yol. şöför bazen tek şeritli yolda zbam diye duruyor, bi kaç metre geri geliyor, "abi tır var abiii" seslerine aldırmıyor, duruyor ve hiç bişey olmamış gibi devam ediyor yola. kamçılayalım diyor, küsküleyelim diyor. norveçli bakıyor suratıma. valla hacı ben türkçesini anlamadım ki sana nası çevireyim diyorum, sana puanım dok-huz kanka diyor.

yozgat civarındayız. sis, dağlar ve gün doğumu. norveçli bu manzarayı isveç-norveç sınırına benzetiyor, biraz küfrediyorum.

şehre giriş.
polis araması.


bi dolu alkol var dönüşe saklanan, kardeşimin çantasına koyuyoruz içkileri kadın polis yoktur, onu aramazlar diye. ama kardeşim çantasını otobüste bırakıyor. tabi otobüsün içine bakınca görüyoruz şişeler, bayrak sopaları polislerin elinde. o sırada kaptan orta kapı müzakereleri araya giriyor ve her şeyimiz bizde kalıyor. polise vereceğimiz tek şey, sokaklarda saklıdır.

dağ kekiği, çorba, çay, kimine köfte, kimine mantar, kimine frank pingel, kimine patatesli hingel.

şehirde bi iki tur bayrağımızı dalgalandırıyoruz.

yağmur çöküyor birden.

stada nispeten sıkıntısız giriş.
ligin son maçı ve şampiyonluk maçı olmasına rağmen nasıl bu kadar hızlı giriyoruz hala anlamıyorum. tam 90lar tarzı ingiliz stadı diyor norveçli, tam 90lar tarzı londra havası diyorum. stadın üstü açık ve sırılsıklamız. pankart asma telaşesi.

norveçlinin kanari-fansen lilleström pankartıyla deplase vamos fener pankartımızı yanyana asıyoruz.

ve ilk düdük.
gol.
gol.
herkesin suratı düştü bi anda, kafalardan geçeni kimse dile dökemiyor korkudan.
gol.
gol.
gol.
gol ulan gol!!!
aşağı iniyoruz kara deryalarda bir fenersin pankartını toplamak için. dakika 88-89 falan. dans ediyorum. atlıyoruz. zıplıyoruz. gülümsüyoruz.
derken,
gol.
bakıyorum sivas atmış, bişey olmaz moruk devam diye zıplamayı sürdürüyorum.
ve son düdük.

yanmış sivas, kırmızı toz bulutu her yer.
dostların arasındayız.
teller yıkılıyor ve çimlerdeyiz.
"oğlum bak 5 dakka önce alex burdan böyle vurdu"
sanki tanrıların sofrasına misafir olmuşuz. polisler, saha güvenlikleri gülüyor.
herkes bir anı alıyor staddan, bazısı bırakıyor. manevi anıları topluyorum ben buradan.

staddan çıkış.
polisin biri koluma hamle yapıyor, çekiyorum kolumu, dokunamıyor. "hadi kardeşim çıkın hadi" diyor, "ya burası hangi şehir ya" diyorum, şaşkın bi şekilde cevap veriyor; "sivaaas", "ne farkeder ki?! FENERLE KİMSE BAŞA ÇIKAMAZ" diyorum, kararsız bi tebessüm oluyor suratında.

biniyoruz otobüse, ooooooooooooooooooooohhhhhhh. şıtoooh.

bitti be bi sezon, şampiyon olduk lan. aykut kocamanla şampiyon olduk. bunca travmanın ardından şampiyon olduk. binlerce kilometrenin ardından, binlerce sus pus küfürbaz münferite rağmen, binlerce sesini stadlara taşıyamayan yoldaş için.

gün doğmuş.
sakarya civarında bi yerde bi çorba molası, kimbilir kaçıncı kez. gazetelerin sabah baskılarını görüyoruz. ŞAMPİYON yazıyor sarı-lacivert. ulan ne güzel şeymiş şampiyonluğu alıp evine dönerken gazetelerde görmek bunu. otobüsümüzün üstünden dalgalanıyor 96 trabzonunu gören damalı bayrak, onu gören şöförler selam veriyor, biz fenerbahçeliyiz ulan!

ne çabuk varıyoruz istanbula yahu, nasıl yaklaşık 900 kilometre bu, ne çabuk bitti? halbuki 13 saat civarı sürmüş yine dönüş. ama çok çabuk geçti sanki ya, uyku da uyumadık halbuki.

96 trabzonunu gören pankart şimdi norveçte. lilleström'ün stadında, kanari-fansen'in dernek binasında. bizim ona baktığımız gibi bakacaklarına söz verdiler. bizim onunla eğlendiğimiz gibi eğlensinler diyorum.

yolda olan, olmayan bütün kardeşlerim, abilerim, yoldaşlarım, sizi seviyorum. jack kerouac'ı da seviyorum. yolda iyidir.