21 May 2010

1001 Türlü Ruh Hali


pazar gecesinin üstünden günler geçti ve kafamı toparladım sayılır. kısmen.

tribünün içinden o an yaşananları kendi klavyemle yazayım artık ben de.

günler evvelinden başladık bayram gününe hazırlanmaya. vamos bien olarak kendi bayraklarımızı, pankartlarımızı boyarken bir yandan, bir kısmımız da stadın içinde koreografi için koşturuyordu. dönüşümlü olarak idare ediyorduk ve her yere yetişiyorduk.

pankart işi dışında farklı ve önemli organizasyonlar için yine yoldaşlarımız ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı.


cumartesi gecesi olduğunda stad organizasyonları bitmişti, vamos bayrakları da bitti sayılırdı artık. sabah erkenden buluşmaya söz verip ayrıldık parktan.

pazar sabahı erkenden düştük yoğurtçunun yollarına, cepte kahverengi ayakkabı boyası, ayakta siyah spor ayakkabı (deri değil). su börekli, çaylı, simitli zengin bir açık büfenin ardından kendini tam pansiyon tribüncü olarak adlandıran kişiler basket sahasına hücum etti midelerin şişkinliğiyle. maça katılmayan kişilerin tezahüratları sayesinde taraftarın oyuna müdahalesinin ne kadar etkili olduğunu oyunun diğer noktasından onayladık biz de. özellikle bacaklara ve boylara yapılan göndermeli tezahüratlar çok ateşleyici roller oynadı.

terledik, yorulduk, biralandık.

vamos tişörtleri, lefter formaları, serie a atkıları çimenlere yayılmış besteleriyle müşteri çekiyorlardı.

"forma elliye,
tişört onbeşe,
atkı beleşe,
vamos biende."


etrafımız gittikçe kalabalıklaşıyor, adını bilmediğim insanlarla şarap paylaşıyor, neşeleniyorduk. derken 6 aydır çirkin yeşil üniformalar içinde, uzakta, insani olmayan görevlerle mesul arkadaşımızın artık sivil bir şekilde parka geldiği haberi geldi. e kafalar patlatıldı hemen ve ona da bir beste yapıldı derhal.


ufak ufak stada yollandık sonra, bayraklar sopalarına takıldı. marsilya'ya tebrikler, st. pauli'ye iyi şanslar dileyen pankartlarımızı kaldırdık dayanışmayla. kartonları havaya kaldırdığımızda emeğimizin karşılığını aldığımızı önce (her zaman olduğu gibi) patlayan flaşlardan anladık. ardından stad ekranında gördük görüntüyü ve bastık çığlığı. BUNU DA YAPTIK ULAN!


maç başladı, karaborsa münferitleri düşürdüler alt çenelerini, yaklaşık iki parmaklık açık bir alan bıraktılar alt ve üst dudaklar arasında ve muhtemelen pazartesi sabahına kadar o ağız formu değişmedi. tribünler kötü ve tatsızdı. maç sonu yaşanan rezaletse, tanımsızdı gerçekten. hele o mikrofondan "çevik kuvvet göreve" sesini duyduktan sonra alev aldı işte ortalık. önce polis tekmeleri, biber gazları, ardından polise fırlatılan meşaleler, yakılan koltuklar.

stad dışına çıkıldığında hemen hemen aynı görüntü devam ediyordu. parka gittik. suskun, kırgın, üzgün, isyankar ve daha bir çok ilginç duygu.

manik depresyon.



1 yorum:

  1. O gece kimsenin ağzını bıçak açmıyordu birşeyler saplanmış gibiydi. Fenerbahçeli,fenerbahçeliyi öldürüyordu bize bunlara yaşatanlara yazıklar olsun!

    YanıtlaSil